ESKİ ZAMANLAR
Ben Bergama'da doğdum. Lakin ne zaman nereli olduğum sorulsa yanıtlamakta zorlanırım. Bergama'da doğmuşum ama Bergama'lı değilim. Nüfus kütüğümde hala Yozgat yazar ancak Yozgatlı da değilim. Babam Bitlis doğumlu ancak o da Bitlisli değil. Annem ise Yozgatlı ama dört kız evlat sahibi güzelim (rahmetli) anneannemiz de Yozgatlı değil, Saraybosna taraflarından göçmüş ataları. Eşi Ahmet büyükbabamız ise Yozgatlı.
Kunduracı Ahmet Aksan'ın Yozgat meydanında bir kunduracı dükkanı vardı, elleriyle ayakkabı yapardı.
Babamın babası ise rahmetli babam gibi askerdi, onun babası da askermiş : Kolağası Mehmet Efendi. Baba tarafımızın kökleri Sakız adasına kadar gidiyor bildiğim kadarıyla. Dip dedemiz Sakız Müftüsü imiş. Baba tarafımız ve anne tarafımız arasında yukarılarda bir yerlerde akrabalık var lakin o kadar detayını ben bilemiyorum. Tüm bunlara karşın biz Türküz.
Kunduracı Ahmet usta yakışıklı ve anımsadığım kadarıyla heybetli bir insandı. Anneannem Bedriye Aksan sarışın mavi gözlü, açık tenli, imce yapılı güzel bir kadındı. Aydın bir kadındı Bedriye hanım. İlk millet meclisi ya da ikincisine vekil olarak çağırıldığını söyler annem. Ama büyük babamız istemediğinden olmamış.
Aksanlar Yozgat'ta Aşağı Nohutlu Mahallesinde büyük bir bostanın kenarına inşa edilmiş iki katlı ahşap ve sağlam bir evde otururlardı. Ev Arnavut kaldırımı yokuş bir sokakta idi. İki kanatlı ahşap bir kapıdan taşlığa girilirdi önce. Kapının üzerinde ağır bir metal tokmağı çalardınız önce ki gelip açsınlar içeriden, eğer kapı kilitli ise. Kapıdan girince solda tuvalet bulunurdu. Onun ötesinde ise yine solda ve bahçenin yüksel duvarının dibinde kümes vardı. Ev girişten sonra sağ tarafta idi. Taş döşeli bahçede sağ tarafa doğru ilerleyince tam karşıda heybetli, iki katlı, güzel bir ahşap bina. Girişin tam karşısında ise yemyeşil bostan vardı. Büyük idi, ya da bana öyle gelirdi.
Evin önünde genişçe bir taşlık alan vardı. Burayı geçince bir iki taş basamakla yine ahşap ev kapısının önüne gelinirdi. Kapıdan içeri geniş bir alana girerdik. Tam karşıda açık mutfak. Girişin solunda ise üst kata çıkan ahşap merdiven. Bu merdivenden tatlı gıcırtı sesleri arasında iki büyük odanın bulunduğu ikinci kata çıkılırdı. Her yer ahşap ve halı idi. Alt katta mutfağında bulunduğu alanın sağında ise bir başka oda vardı. Bu oda da bana en ilginç gelen yer banyo dolabı idi. Geniş odaya girince sağ boylu boyunca yaslanmış dolaplar vardı. Bunların pencere yakın olanı ise banyo dolabı idi. Diğerleri yüklük tabir edilen yatak ve yorganların, yastıkların vs bulunduğu dolaplar. Banyo yapılacağı zaman sıcak su dolu kazan önce dolaba taşınırdı. Sonra da dolaba girer, kapısını kapatır yıkanırdık.
Tüm odalarda geniş ve sert divanlar, sırtınızı dayayacağınız sert yastıklar vardı. Gece bunların üstünde yatardık mis gibi çarşaf kokusuyla kalın yün yorganların altında. Yatak ve yastıklar o kadar sert gelirdi ki uyumakta güçlük çekerdim. Alt kattaki odada bir de ahşap ve büyük lambalı radyo vardı. Bu radyonun 1970 lerin ortasına kadar anneannemin daha sonra oturduğu Ankara Keçiören'deki evinde olduğunu anımsarım. Daha sonra ise bu radyo bizim eve geldi, oturup söktük, oparlörünü çıkardık ve modern bir teybe bağladıktı sesi daha yüksek çıksın diye. Gençlik işte...Güzelim antika radyo yok oldu.
Evin girişinde bulunan açık mutfak ilk gördüğümde çok tuhaf gelmişti bana. Karşı duvara dayalı bir ocak vardı, yanında ise taş bir tezgah. Tezgaha yıkanıp temizlenen tabak vb dizilirdi, yemek hazırlıkları yine o tezgahta yapılırdı. Buz dolabını sormayın, yoktu doğal olarak; 1960-65 belki 1968 arası bu anımsadığım dönem. Sanırım gaz ocağı da vardı. O mutfakta on kişiye yemek pişirildiğini anımsıyorum. Şuna benzerdi mutfak, tam öyle olmasa da:
Bu mutfak eski bir Seydişehir evine ait. Kökleri Seydişehir'de olan yaşı bana yakın bir meslektaşımdan aldım. ( onların mutfağı da buna benziyormuş) Anneannemin mutfağında ocağın yanında taş tezgah bulunurdu. Ocağın sağ tarafındaki duvarın ortasına gelen bir kapıdan da alt kattaki odaya girilirdi. Anneannemin mutfağında bize büyük babamın kestiği tavuklar pişirilirdi; kaynar suya daldırılıp tüyleri yolunan, kuzular kavrulurdu, yemekler sade yağ ile pişirilirdi. Yanlış anımsamıyorsam bir musluk ve taş bir lavabo da vardı o tezgahın bir yerinde.
Ne bizimkilerin mutfağının ne de o koca evin ve bostanın tek bir fotoğrafı var elimde. Ailede kimsede olduğunu da sanmıyorum. Babamın ufak bir fotoğraf makinesi vardı, belki ondan kalan fotoğrafların arasında vardır, bakmak lazım. Yukarıda söz ettiğim meslektaşım ise benden daha şanslı. Bir yakını Seydişehirdeki evlerini bir tabloda ölümsüzleştirmeyi başarmış.
Anneannem ve büyük babamın evi böyle değildi. Bu yapı üç katlı ve taş ağırlıklı görünüyor, bizimkilerin evi 2 katlı, bahçe içinde ahşap idi; yine de buna benzer bir evdi işte.
Büyükler vefat edince ev bahçesiyle birlikte satıldı, anneanneme Ankara'da bir daire alındı. Anneannem rahmetli olunca o daire de satıldı ve geriye anılar kaldı sadece.